Herkese merhabalar sevgili okuyucular, ben Tunahan Sönmeztürk. Bu anlatımda sizlere, Bilim ve Ütopya’nın Doğu Anadolu Kültürel Miras ve Jeoloji Turu”nda gezip gördüğümüz yerleri ve başımızdan geçen serüveni aktaracağım. Hazırsanız başlayalım!
Yola çıkmak: Bilime bir yolculuk
Türkiye’nin her bölgesi ayrı güzelliklere ve cazibelere sahip. Bir tarihçi olarak da ben daha çok memleketim olan Doğu Karadeniz üzerine yoğunlaşıyordum. Fakat son zamanlarda ilgilendiğim genetik tarih araştırmalarım sebebiyle de Batı Asya ve Doğu Anadolu coğrafyasına da ilgim oluşmaya başlamıştı. Açıkçası yaptığım Otozomal DNA testinde L1b Y kromozomuna sahip olduğumu öğrenmiştim. O kromozomsa yaklaşık 30 bin yıl önce Batı Asya’da İndus Vadisi ile Kafkasya arasında ortaya çıkmış, sonrasında rotasını Doğu Karadeniz’e vararak tamamlamıştı. Bu bağlamda atalarımın Karadeniz’e varmadan önce üstünden geçtiği, o antik rotayı hep görmek istemiştim. Bir tarihçi olsam da ilgilendiğim alanlar hep doğa tarihi ve bilim tarihi olmuştur. Genetik tarih de bu sayede bende kolayca yer edindi. Doğa tarihi noktasından baktığımızda da Doğu Anadolu çok önemli bir yere sahiptir. Türkiye’nin son patlayan volkanı olan Tendürek Dağı, Nuh’un Gemisi’nin bulunduğu yer olarak iddia edilen Ağrı Dağı, eşsiz yapısı ile Van Gölü ve çeşitli antik jeolojik kayaçlar…
İzmir’de tezimle uğraşırken bu konuda Bilim ve Ütopya dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Cemil Gözel abimden böyle bir geziye katılmak isteyip istemediğime dair bir mesaj aldım. Açıkçası hep görmek istediğim yerlerdi ve teşekkür ederek kabul ettim. Gezi 27 Eylül’de başlıyordu. Bense İzmir’den 26 Eylül’de Ankara’ya doğru yola çıktım. Yol toplam 7-8 saat sürüyordu. Ben ise yol boyu Trabzon İmparatorluğu ve Antik Çağ’da Yakın Doğu okumaları yaparak bu süreyi değerlendirdim. Yanıma da gezide bize eşlik edecek Prof. Dr. Ali Demirsoy’un, “Dünyanın ve Canlılığın Evrimi” kitabını almıştım. Müsait bir zamanında imzalatma niyetindeydim.
Kars’a uzanan yol: Bozkırdan harabelere
27 Eylül sabah 5.40 sularında Ankara’ya indim ve AŞTİ’den gezinin başlayacağı Kurtuluş Parkı’na nasıl gideceğimi çözmeye çalıştım. O arada Anıtkabir’e bir ziyarette bulunmak istemiş olsam da sabah 9’da açıldığını öğrendim ve gezi saat 10’da başladığı için bu isteğimi yerine getiremedim. Saat 7 sularında Kurtuluş Parkı’na vardım ve Ankara’nın sosyal medyada göründüğü gibi bozkır üzerine birkaç beton binadan ibaret olduğu iddiasının gerçek dışı olduğunu gördüm. Hatta birçok noktada Karadeniz gibi yeşildi de.
27 Eylül saat 10.00’da yola çıktık. Yaklaşık 35 kişiydik. Ekibimiz çoğunlukla emekli yaş grubundan oluşuyordu. Aralarında en genç bendim. İnsanlarsa hiç beklemediğim kadar sıcaktı. Herkes birbirine bir şeyler ikram ediyor, benimle çok zevkli sohbetler yapıyorlardı. Bu bağlamda hiç yabancılık çekmedim. Çok sıcak bir ortam vardı. Gezide sorumlu olan Mehmet Şenel Abi herkese derginin Ağustos sayısını dağıtmaya başladı. Bu çıkarılmasını benim teklif etmiş olduğum Bilim ve Ütopya’nın Güneş Sistemi’nin tarihi üzerine olan sayısıydı. İnsanlar büyük bir ilgiyle dergiyi incelemeye başladı. Bu sayıyı daha önce alanların veya bir tane de fazladan eşinde olanların israf olmaması adına dergiyi okuduktan sonra Mehmet Abiye geri verdiğini de gördüm. Bu açıkçası çok önemli bir hareketti.
Yol Anadolu’nun içinden Kars’a doğru gidiyordu. Bu sayede Anadolu Bozkır’ını daha yakından inceleme fırsatı buluyor, bazı yerleri Mars’a benzetiyordum. Hatta burada yaşayan birini Mars’a koyun, kolonizasyon sürecinde hiçbir yabancılık çekmeyecektir diye espri yaptığım bile oldu. Saat 15.30 sıralarında Sivas’a vararak, Sivas köftesi yemek için ara verdik. Bir köfte gurmesi olarak şu ana kadar Trabzon’un Akçaabat köftesinden iyisini yememiştim. Sivas köftesi de ona yakın sayılabilecek bir güzellikteydi. Sadece et ve baharat kullanılarak yapılan bu köfte, yediğim en iyi 5 köfteden biri sayılabilir.
Yolculuk akşama doğru Kars’a varışımız ile son buldu. Herkesin bir oda arkadaşı olacaktı. Benimkisiyse Aydın Çine’den Gazanfer Abiydi. Odaya varır varmaz konuşmaya ve tanışmaya başladık. Trabzonlu olduğumu öğrenince o da Trabzonsporlu olduğunu söyledi ve yanımda getirdiğim formamı ona gösterdiğimde hemşerim diyerek birbirimize sarıldık.
Sessiz Hani, renkli Tuzluca
28 Eylül Sabah 7 gibi uyanarak kahvaltımızı yaptık ve 8 gibi Ani Harabelerine doğru yola çıktık. Yolda tarihçi olduğumdan ötürü herkes yanıma toplanıyor, bölge hakkında bilgi istiyordu. Bense olabildiğince bilgimi aktarmaya gayret ediyordum. Ani Harabelerine vardığımızda herkes anlatıdan sonra küçük gruplar halinde harabeleri gezmeye başladı. Bu harabeler Ermeniler tarafından Orta Çağ’da inşa edilen Ani kentinin yıkıntılarıydı. Ermenistan Krallığı’nın da bir dönemki başkentiydi. Bimbir Kilise şehri de denmekteydi. Aynı zamanda harabeler Ermenistan sınırındaydı. Samsung Galaxy S24 Ultra kullandığım için, zoom yaparak çok net bir biçimde Arpaçay Nehri’nin karşısındaki Ermenistan bayrağını görebiliyordum. O sırada yanımda Kağan Abim vardı. Kendisi emekli bir bankacı ve iyi bir entelektüeldi. Gittiği her yeri kaydediyordu. Paylaşıyordu. Onunla beraber sınırın derinliklerine indik ve Arpaçay’daki yıkık köprüleri inceledik. Aynı zamanda Ani’deki yıkık binalara yapılan restorasyon çalışmalarını da bizzat gördük.
Öğleden sonra Doğubayazıt’a doğru yola çıktık. Yolumuz Tuzluca’dan geçiyordu. Jeolojik birçok önemli nokta da buradaydı. Eşref Atabey Hocamız burada durmamızı istedi. Burada turuncu renkte tepeler vardı. Bense burayı birebir Mars’a benzettim ve birçok fotoğraf çektim. Kayaç tipleri, rengi, toprağın biçimi tıpatıp Mars’tı. Burada çekildiğim fotoğrafları da Mars’ta bir koloni denemesi olarak paylaştım. Mehmet Abi buna Facebook üzerinden gezimizin program dışı Mars yolculuğu olarak yorum yapmış.
Saat 15.00 dolaylarında Tuzluca tuz mağaralarına geldik. Eşref Hocamız bizlere mağara hakkında anlatım yaptıktan sonra mağaraya girerek, şifalı atmosferinde bir süre gezdik. Ardından otobüsümüze döndük. Bir ara mağaradayken bana; “Tunahan, tuzun tarihini de anlatsana” dendiğini duydum. Anlatmaya başlayınca da “Oğlum bilmiyorum desene, şaka yaptık” gibi bir espri yapıldığını da işittim. Oldukça keyifli bir zamandı. Tuzluca’dan sonra Ağrı Dağı’nın yanından geçtik ve fotoğraflamak için indik. Sonrasında da otelimize doğru yola çıktık. Otele vardığımızda yöresel çok güzel bir açık büfe ile karşılaştık. Doğu’nun lezzetlerini tadarak, odalarımıza çekildik.
Ağrı’nın gölgesinde dost sohbetleri
29 Eylül sabahı yolculuğumuz tekrar başladı. Önce Ağrı Dağı yakınlarında Nuh’un Gemisi’nin kalıntısı olduğu iddia edilen bir yere gittik. Eşref Hoca önce bize iddiayı anlattı. Sonrasında bu uzun gemimsi yapının jeolojik bir şekilde oluşmuş olan bir kalıntı olduğunu söyledi. Fotoğraflarımızı çektik ve yola devam ettik. Saat 12.00 olduğunda Ağrı Dağı yakınlarında bir bahçeye geldik. Elma topladık, çay içtik ve sohbet ettik. Oradan Doğubayazıt merkeze gittik. Eşref Hoca buranın pasajlarında çok güzel ürünler satıldığını söyledi. Onun peşine takılarak pasaj pasaj gezdik. Ardından oranın ileri gelenlerinden birinin evine misafir olup sohbet ettik. Orada Ali Demirsoy Hocamızın da olduğunu gördüm. Bizden önce gelmişti. Kitabı için bir imza aldıktan sonra bilim ve doğa tarihi çalıştığımı ona belirttim. O da oldukça güzel tavsiyeler verdi. Ziyareti bitirdikten sonra hep birlikte otelimize geçtik.
30 Eylül sabahı Doğubayazıt manzarası ile güne başladık. Çok güzel bir kahvaltı yaptık ve İshak Paşa Sarayı’na doğru yola çıktık. Saat 8.30 dolaylarında da vardık. Burada sarayın mimari özelliklerini inceleyip, Kağan ve Gazanfer abilerim ile yorumlarda bulunduk. Hocalarımız da bildikleri kadarıyla yorumlarını yaptı. Ekibimizin Dronelu gezgini Haydar abi de bölgenin jeolojik kayaçlarını havadan fotoğrafladı ve Eşref Hocayla paylaştı. İzin verilen pek çok noktada bunu tekrarladı. Aynı uçuşu Ani Harabelerinde de denemişti. Ama Arpaçay üzerindeyken Ermenistan tarafından sinyali bozulmuş, az kalsın droneu kaybedecek noktaya gelmişti. Bundan dolayı daha dikkatliydi.
Saat 12 sularında Van Çaldıran’a geldik. Burada çevremdekilere Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim’in çarpışması hakkında ufak bir bilgi verdim. Bölgenin az ilerisinde Tendürek Dağı’nın son patlamasından kalan kalıntılar vardı. Volkanik kayaçları bizzat görme fırsatı bulduk. Anı olarak yanımıza birkaç tane parça kayaç da almayı ihmal etmedik. Bölgenin jeolojik hikâyesini de dinledikten sonra yola devam ettik. Saat 12.30 dolaylarında Van Muradiye Şelalesi’ne geldik. Burada bir süre dinlendik, sohbet ettik. Ben, Gazanfer abi, Haydar abi, Turhan abi ve Sadi abi aynı masada oturduk. Onlara Gemini AI üzerinden fotoğraf yapmayı ve yapay zekâ kullanımını öğrettim. Çok eğlenceli ve keyifli bir sohbetimiz oldu. Akşama doğru Van Erciş’teki otelimize vararak yemeğimizi yedik. Saat 20.00 sularında hocalarımızın da katıldığı bir organizasyon düzenleyerek Galatasaray-Liverpool maçını izledik.
Sona doğru ama bitmeyen yolculuk
1 Ekim sabahı Aygır Gölü’ne doğru yola çıktık. Eşref Hoca bize gölün jeolojik yapısı hakkında bilgi verdi. Ardından Ali Hoca ile bilimsel bir söyleşide bulunduk ve Van Gölü kıyısından Bitlis’e doğru yolumuza devam ettik. Öğlene doğru Nemrut Gölü kraterine çıktık. Bölgenin muazzam doğası karşısında dehşete kapıldık. Ben Ali ve Eşref hocaya, ayrı bir gezegende olduğumuz gibi bir izlenime kapıldığımı belirttim. Eşref hoca gölün batak bir yüzeye sahip olduğunu ve oldukça baki bir yer olduğunu belirtti. Ben bunu sosyal medyada paylaşınca, Harun diye bir arkadaşım bu göle daha önce girip yüzdüğünü ama zeminin garip olduğunu belirtti. Bir de fotoğraf gönderdi. Eşref hocaya bunu gösterdim, beraber güldük. Akşama doğru Tatvan’daki otelimize vardık. Biraz Bitlisi gezdik. Minareleri inceledik. Tüm gezi boyunca da üzerimde Trabzon forması vardı.
2 Ekim günü Van Gölü’ndeki Akdamar adasına geldik. Oyuncu ve Futbolcu Ufuk abimle burada tanıştık ve sohbet ettik. Akdamar adası çok güzel bir ada. Üzerinde bir kilise var ve göl, bir denizi andırıyor. Zaten burada Van Denizi diyorlar. Burada mekânları gezip fotoğrafladıktan sonra vapur ile geri kıyıya döndük. Oradan Van’a ve Van müzesine geçtik. Akabinde de Van Kalesi’ne doğru yola çıktık. Kaleyi tırmandık, şehri panoramik olarak gözlemledik ve otobüsümüze dönerek turumuzu bitirdik. Herkesle âdeta bir aile gibi olmuştuk. Çok sıcak bir ortam içerisindeydik. Ben ise yaşıma rağmen hiç yabancılık çekmemiştim. Ardından otobüsle Ankara’ya doğru yola çıktık. 3 Ekim Öğlene doğru Ankara’ya vardık ve vedalaştık.
