Katilin kimliği: Polisiye oyunlardan varoluşun sorgusuna

Yazan
Yağmur Yaşar
Yazının Okunma Süresi
4 dk.

Murat Özsan’ın “Katil Kim” öyküsü, polisiye kurgunun alışıldık kalıplarını kullanırken aynı zamanda bu kalıpları tersyüz eden bir anlatıya sahiptir. Olay örgüsü, kanser hastası olan Timur Şimşek’in ölümünün sıradan bir cinayet vakası gibi sunulmasıyla başlar. Evde dağınıklık, açılmış kasa, yerde cansız bir beden vardır; bu tablo polisiye okurun beklediği bir sahnedir. Ancak metin ilerledikçe okur, gerçeğin göründüğü kadar basit olmadığını keşfeder. Timur’un yakın dostu Naci’nin bulduğu şifreli notlar, ipuçları ve mektuplar, olayın sıradan bir hırsızlıkla açıklanamayacağını ortaya koyar. Asıl mesele, Timur’un kendi ölümünü bir oyun haline getirerek hem kurban hem de katil rolünü üstlenmiş olmasıdır. Bu noktada öykü, klasik polisiyenin temel sorusu olan “katil kim?”i ironik bir şekilde yeniden sorar: Katil kimdir? Cevap, başkası değil, kurbanın kendisidir.

Öykü bu yönüyle polisiye edebiyatın tarihsel gelişiminde görülen temel tartışmaları hatırlatır. Polisiye romanın başlangıcında Edgar Allan Poe’nun “Morgue Sokağı Cinayeti”yle kurduğu mantıksal çözümleme ve dedektif aklı, daha sonra Conan Doyle’un Sherlock Holmes figüründe sistemleşmiştir. Bu anlatılarda cinayeti işleyen bir fail, onun izini süren bir dedektif ve sonunda ulaşılan mantıklı bir çözüm vardır. Özsan’ın metni ise polisiye kurguyu farklı bir noktaya taşır; cinayetin faili, kurbanın kendisidir ve çözüm, rasyonel bir sonuca ulaşmaktan çok ölümün anlamı üzerine düşünmeye kapı aralar. Bu açıdan öykü, postmodern polisiyenin belirsizlikleri ve oyunbazlığıyla akraba görünür. Katil ile kurban arasındaki sınırın silinmesi, okuru yalnızca olay örgüsünü takip eden pasif bir gözlemci olmaktan çıkarır; yaşam, ölüm ve özgürlük üzerine düşünmeye davet eder.

Timur’un bıraktığı notlar, Dostoyevski’nin Suç ve Cezasına yapılan göndermelerle birleştiğinde metin yalnızca bir cinayet hikâyesi olmaktan çıkar, felsefi bir boyut kazanır. Burada Dostoyevski’nin insan ruhunun karanlık taraflarına yaptığı yolculukla Özsan’ın karakteri arasında doğrudan bir bağ kurulur. Timur’un kanser karşısındaki çaresizliği, intihar ile cinayet arasındaki çizgide oynadığı oyun, Camus’nün absürt felsefesini de çağrıştırır. İnsan ölüm karşısında özgür müdür, yoksa çaresiz mi? “Katil Kim” sorusunun cevabı bu sorunun etrafında dönüp dolaşır. Okur, polisiyeden alışık olduğu çözümün tatmin edici rahatlığına ulaşamaz; aksine, ölümün kaçınılmazlığı ve bireyin onu nasıl karşılayacağı sorusu ile baş başa kalır.

Bu bakımdan “Katil Kim”, polisiye edebiyatın yalnızca bir bulmaca çözme aracı olmadığını, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerini araştıran bir alan olduğunu gösterir. Polisiye türünün temelini oluşturan merak duygusu, burada ölümün anlamını kavrama çabasına dönüşür. Özsan’ın metni, polisiye edebiyatın toplumsal ve bireysel düzlemde nasıl işlev görebileceğine dair dikkate değer bir örnek sunar; polisiye, yalnızca suçluyu bulmak değil, hayatın kendisini anlamlandırmak için de bir yöntem olabilir. Bu yönüyle öykü, hem türün sınırlarını genişletir hem de polisiye edebiyatın felsefi derinlik kazanabileceğini hatırlatır.

Edebiyat