
Carlo Filice, ne kadar hak edilmiş olursa olsun, başarımızı paylaşmamız gerektiğini savunur çünkü ona göre biz genellikle onu hak ettiğimizi sandığımız kadar hak etmiyoruz…
Ekonomik politikaları düşünürken, birçok insanın derinden inandığı bir inançla yüzleşmek önemlidir. Bu, dürüst ve çalışkan insanların kazandıklarının çoğunu veya tamamını hak ettiği inancıdır. Bu inanç, adalet, bireyin kendi kendine sahipliği ve kişinin özünün ne olduğu hakkındaki fikirlerle de iç içedir. Ancak, bu fikirler derinlemesine incelendiği zaman mutlak hak ediş inancını baltalayan şeyler olduğu ortaya çıkar.
Tartışmaya en azından tartışmaya kapalı gibi gözüken bir konudan başlayalım. Düşük ücretli fiziksel veya zihinsel işlerde çalışanların emeklerinin karşılığını hak ettiklerini ve hatta daha fazlasını hak ettiklerini söylemek zor değildir. Öte yandan, büyük servet sahibi olanlar çoğu zaman bu aşırı serveti hak etmedikleri gerekçesiyle eleştirilirler. Onları savunmak için bir argüman oluşturulabiliriz, fakat bunun şu iki koşula dayanması gerekir: Birincisi, eğer başarılarını adil bir şekilde elde ettilerse; ikincisi ise, eğer bu başarı ekonomik sistemin kaçınılmaz bir yan ürünü ise – yani mevcut alternatiflerden daha fazla insanın yararına bir sistemin sonucuysa. Ancak, bu iki koşulun da bildiğimiz dünyada geçerli olmadığı görülmektedir.
Öncelikle, mevcut piyasa sistemlerinin çoğu herkes için en büyük faydayı sağlamaz. Alternatif sistemlerle kıyaslandığında daha fazla insanın refahına yol açmaz. Örneğin, İskandinav ülkeleri, geniş kapsamlı refah sistemleriyle genellikle en yüksek mutluluk seviyelerine ulaşmaktadır. İkinci olarak, neoliberal serbest piyasa sistemi, herkesin eşit başlangıç koşullarına sahip olduğu ve yetenek ile şansın birleşerek adil bir şekilde kazananlar yarattığı bir Monopoly oyunu gibi değildir. Aksine, insanların başlangıç noktaları son derece eşitsizdir. Üst sınıf ailelerin çocukları genellikle yetişkin olduklarında da üst sınıfta kalırken, alt sınıf ailelerin çocukları da aynı şekilde alt sınıfta kalmaktadır. Üstelik bu durum, üst sınıf ebeveynlerin ya da çocuklarının herhangi bir hile yapmasına bile gerek kalmadan gerçekleşmektedir. Bu durum, sosyolojik verilerle desteklenen tartışılmaz bir gerçektir.
Bu durum yalnızca inanılmaz derecede zengin olanlarla sınırlı değildir; aynı zamanda maddi olarak rahat bir yaşam süren birçok insan için de geçerlidir. Doktorlar, avukatlar, mühendisler, yatırım danışmanları, profesörler, emlak yatırımcıları gibi birçok meslek grubunda bulunan dürüst ve çalışkan bireyler de aynı durumdadır. Bu bireylerin aktif olarak başarılarını inşa ettikleri doğrudur. Ancak, benzer şekilde çalışan ve emek veren insanlardan daha fazla mali ve sosyal statüye sahip olmayı hak ettiklerini söylemek zordur. Çünkü çoğu durumda bu başarı doğuştan gelen bir avantajın sonucudur.
Yeni başlayanlar için şans
Başarımızı tam anlamıyla hak etmediğimizi gösteren tek neden, sosyal eşitsizlikle başlayan farklı başlangıç noktaları değildir. Aynı zamanda, doğuştan gelen ve kazanılmamış diğer avantajlar da bu duruma etki etmektedir.
Kendi hayatımı ele alayım. Bir Amerikan kolejinde kadrolu bir profesörüm ve dolayısıyla oldukça ayrıcalıklı bir yaşam sürüyorum. Evet, bu konuma ulaşmak için çalıştım. Ancak, birden fazla alanda kozmik piyangoyu kazandım. Orta sınıf bir aileden gelen başarılı bireyler genellikle kendilerini destekleyen bir aileye, eğitim olanaklarına ve kültürel avantajlara sahip olurlar. Ayrıca, sağlık ve bilişsel yetenekler gibi genetik avantajları da vardır. Hiçbirini kazanmadık, sadece şanslıydık! Doğru zamanda ve doğru yerde doğduk. Bir iç savaşın ortasında, kalıcı bir mülteci kampında, tehlikeli bir mahallede ya da 800’lü yılların Avrupa’sında doğmadık. Evet, çok çalıştık ve çoğunlukla akıllıca seçimler yaptık. Ancak, başarı yalnızca çok çalışmaktan ibaret değildir. Milyonlarca, hatta milyarlarca yoksul insan da çok çalışıyor ve iyi seçimler yapıyor. Ancak onların hem içsel hem de dışsal koşulları daha zordur. Başlangıç noktaları şanssızdır ve yanlış zamanda, yanlış yerde doğmak tek başına belirleyici olabilir. Üstelik genetik sınırlamalar ve diğer dezavantajlar işleri daha da zorlaştırır. Bu dezavantajlar, sağlık sorunlarından ciddi zihinsel rahatsızlıklara, kötü ebeveynlikten düşük kaliteli eğitime kadar uzanır. Pek çok insan için çok çalışmak yalnızca mütevazı sonuçlar getirmekle kalmaz, bazen trajediyle bile sonuçlanır. Sağlıklı ve iyi beslenmiş olmak, iyi kararlar vermeyi de kolaylaştırır. Bir suçla dolu bir mahallede ya da sıtmanın yaygın olduğu bir köyde büyümeyi deneyin.
Bazılarımız başarı hikâyesi anlatısına uyabilir. Ben küçük yaşta yarı okuryazar ebeveynlerim tarafından ABD’ye getirildim. Onlar çiftçiyken ABD’de fabrika işçisi oldular. Evde İngilizce konuşmuyorduk. Ancak okulda iyiydim; çok çalıştım ve doğru seçimler yaptım. Aptalca seçimlerim büyük zararlara yol açmadı. Peki, şu anda sahip olduğum refahı hak ediyor muyum? Büyük ölçüde hayır.
Benim başlangıç noktalarım kritik derecede önemliydi, her ne kadar bazı yönlerden mütevazı olsa da. 800’lü yılların Avrupa’sında doğmadım. Destekleyici ebeveynlerim vardı. Öğrenmeye yatkın ve istekliydim. Bunların hiçbirini kazanmadım. 1970’lerin ABD’sinde kamuya açık okullara ve üniversitelere erişimim oldu – ki bunu da kazanmadım. Beyazdım, güvenli mahallelerde yaşadım ve hukukun koruma sağladığı bir sistemde büyüdüm. Bu koşulları da kazanmadım. Yani, evet, kendimi geliştirdim; ama sahip olduğum sayısız avantaj hem içsel hem de dışsal olarak, bana verilmişti. Aynı şey dünya çapındaki başarılı profesyonellerin çoğu için de geçerlidir. Başarıda en büyük pay şansa aittir.
Şans ve meşruiyet
Başlangıç noktasındaki şans, bizim tüm başarılarımızı ve servetimizi gayrimeşru kılar mı? Hayır. Bunlar çalınmış mal veya çalınmış unvanlar değildir. Dürüstçe elde edilen başarılar meşrudur. Ancak, Rawls’un belirttiği gibi, hak edilmiş sayılmazlar. Biz piyangoyu kazandık. Bize bir bilet verildi ama biz bu bileti ne çaldık ne de satın aldık.
Bu farkındalık, başarılarımızın çoğunun hak edilmiş olmaktan çok şans eseri olduğunu anlamamızı sağlar. Ve eğer bireysel başarımızın %90’ı hak edilmeyerek elde edildiyse, daha az şanslı olanlarla paylaşmaya daha istekli olmamız gerekir. Nasıl paylaşmamız gerektiği tartışmalı olabilir, ancak toplumların daha adil sistemlere yönelmesi gerektiği bariz ve açıktır.
Not: Doğrudan çevrilmiştir. https://philosophynow.org/issues/166/Success_and_Luck